Bir süredir tedavi gören Yeğin ağabey, düzelme yoluna girmiş ancak bayramla birlikte tekrar hastaneye yatırılmıştı.
Cenaze namazı Cuma (Bugün) ikindi namazına müteakip Fatih camiinde Diyanet İşleri Başkanımız Mehmet Görmez tarafından kıldırılacak ve Eyüp Sultan kabristanına defnedilecek.
“Urfa’da dershanede kalıyordum; dört sene kadar olmuş, ayrılamamıştım. Üstad’a bir mektup gelmiş; ya benim ağabeyim yazmış o mektubu veya annem birine yazdırmış... Annem mektupta demiş ki: ‘Ben hastayım, eğer bir-iki ay izin alıp gelmezse ben hakkımı helâl etmiyorum!’
“Üstad’a böyle bir mektup gelmiş. Benim haberim yok... Mektubu Üstad’a okumuşlar. Güya Üstad demiş: ‘Bir-iki ay izin yok, bir-iki gün var.’ Bunu da söyleyen Zekeriya Kitapçı, şimdi Konya’da profesör... O bana iki satır mektup yazmış: ‘Üstad’ımıza böyle bir mektup geldi, annen hastaymış, Üstad bir-iki gün izin verdi’ diye…
“Ben Zekeriya’nın mektubunu alınca, ‘Epeydir Üstad’a gidememiştim, bir-iki gün izinle Üstad’a da uğrarım’ diye doğru Isparta’ya gittim. Üstad Emirdağ’a gitmiş, ben de Emirdağ’a geçtim. Trenle giderken Nuri isminde Haymanalı birine rastladım. O da Üstad’a gidiyormuş. Tanıştık, Üstad’a beraber gittik. İkimiz odaya aynı anda beraber girdik. Üstad benimle hiç konuşmuyor, Nuri’yle konuşuyordu hep.
“Neyse onu gönderdi, bana, ‘Sen niye geldin?’ dedi. Ben de dedim: ‘Annemden böyle bir mektup gelmiş, siz demişsiniz ki: Bir-iki ay izin yok, bir-iki gün var.’ Üstad, ‘Benim haberim yok!’ dedi. Orada Ceylan Ağabey vardı. ‘Efendim! Bu, Zekeriya’nın dolmuşuna binmiş…’ dedi. (Abdullah Yeğin Ağabey bunları anlatırken bir taraftan kendisi gülüyor, bizi de güldürüyordu.) ‘Peki, bugün burada kal’ dedi.
“Üstad ertesi gün, ‘Orası yalnız olmaz, geriye dön. Sen mektup yazmıyorsun, sıla-i rahim mektupla da olur, sıla-i rahim yapmıyorsun. Senin orayı terk etmen olmaz, eğer seni görmek isteyen varsa onlar gelsin’ dedi. Müsaade etmedi, yani beni tekrar Urfa’ya gönderdi. O zaman dershanede Abdülkadir Badıllı yalnız kalmıştı.